Ekrem Çulfa
Duygusal istikrar
(Rezilyans) nedir? Hepimiz hayatımızda iyi ya da kötü hadiseler yaşıyoruz. Bazı
durumlar bazı karşılaştığımız şeyler, aldığımız haberler, içinden geçtiğimiz
durumlar bizde olumlu ya da olumsuz duygular oluşturabiliyor. Çeşitli
duygulanımlar yaratabiliyor. Mesela diyelim piyangodan para kazandınız. Şu anda
duyduğunuzda bile içiniz bir tuhaf olmalı. Böyle enteresan bir coşku, sevinç hali
kaplar bir anda sizi. Fakat bir süre sonra yine normal hayatınıza dönersiniz.
Veya mutluluk ile ilgili araştırmalarda çok gösterilmiş başına çok kötü, çok
iyi şeyler gelen insanlar bile birkaç ay sonra aynı mutluluk düzeyine
geliyorlar. Biz bir süre sonra normal halimize geri döneriz. Çok büyük
sevinçler bile bütün ömrümüzü kaplayacak kadar uzun sürmez. Tam tersi de
geçerli. Kötü bir hadise yaşadınız, başınıza olumsuz bir şey geldi, para
kaybettiniz hatta sevdiğiniz birini yitirdiniz, maalesef vefat etti diyelim.
Bunlar çok önemli olumsuz duygulanımlar yaratan, yas duyguları yaratan durumlar
olabilir. Ama makul bir süre sonunda yine psikolojik düzeneği normal çalışan
insanlar belli bir süre sonra normal işlevsel duygulanımlarına geri
dönebiliyorlar. Ama bazı durumlarda çok küçük de olsa olumlu ya da olumsuz
duygulanımlar yaratan hadiselerden sonra bazı insanlar çok uzun süre geçse bile
normale dönemeyebiliyorlar. İşte bu normale dönebilme becerisine rezilyans ya
da duygusal istikrar diyoruz. İstikrar kelimesi Arapça kararlılık kökeninden
geliyor. Mesela bir sarkaç düşünelim. Çekip bıraktığınızda salladığınızda yer
çekiminin etkisiyle sürtünme kuvvetinin de katkısıyla sallanır, sallanır ve bir
süre sonra tekrar itmezseniz gelip bir orta noktada durur. Sarkacın bu
noktadaki haline sarkacın istikrarlı hali, durağan noktası denir ve her sarkaç
eninde sonunda gelip durağan noktada bir istikrara kavuşur. Ama güç
verdiğinizde istikrarını bozarsanız o sürtünme kuvveti onu durdurana kadar sarkaç
sallanmaya devam eder. Bizim işlevsel yani günlük hayatımızda normal diye tabir
ettiğimiz, günlük hayatla başa çıkmamızı sağlayan duygusal yelpazemiz bizim
sarkacımızın durağan halini temsil etsin diyelim, olumlu ya da olumsuz bir
hadise yaşadığımızda ise sarkacımız sağ ya da sola doğru çekilip sallanmış
olsun. Şimdi normalde fizik kurallarının geçerli olduğu, herhangi bir bozucu
unsurun olmadığı zamanlarda bu sarkaç gelip durur. Niye durur? Uzayda değiliz,
boşlukta değiliz, doğal kuvvetler vardır mesela sürtünme kuvveti falan gibi
şeyler dedim ya onlar sarkacı neticede durdur. Normal dünyada istikrar hali hep
dönüp dolaşıp geldiğimiz yerdir ve bunun makul bir süresi vardır. Duygusal
durumumuz da böyle. Bizi bir şeyler üzebilir, bir şeyler sevindirebilir ama
bizim bir süre sonra o ekstrem uç hallerden çıkıp tekrar normal duygusal
halimize dönmemiz, normal yaşamsal işlevlerimizi sürdürebilmemiz için gerekli.
Peki sevindiniz ya da üzüldünüz. Bizi normale döndüren şey nedir? Eski halimize
geri döndüren o sürtünme kuvvetine benzeyen şey nedir? Bizim beynimiz sadece
duygusal dürtüsel sistemlerden oluşmuyor. Eğer öyle olsaydı sürüngenler gibi
yaşardık. İnsanda aşırı gelişmiş üst beyin ve ön beyin diye yapılar var.
Özellikle ön beyinin özel bir bölgesi bu duygusal sistemimiz üzerine frenleyici
ve düzenleyici bir kontrol işlevi görüyor. Bu bölgenin yaptığı şeylerden bir
tanesi biz aşırı duygulanımlar yaşadığımızda devreye giriyor. Bir nevi
yavaşlatıcı, kontrol edici ve frenleyici sinyalleri bizim duygusal bölgemize
göndererek oranın çok aşırı coşmasını engelliyor. Yani basit bir şey olduğunda
sevinçten deliye dönmemizi ya da ok kötü bir şey olduğunda kendimizi
öldürmemizi engelliyor. Bu bilinci kısmımızın bizim duygusal sistemimize
uyguladığı kontrol. Neticede biz duygusal olarak sağa sola savrulduğumuzda bu
sistem diyor ki “e tamam eğlendin ettin sevindin ya da üzüldün ağladın tamam
hadi gel normale dönelim”. Eğer bu devre doğru çalışıyorsa hiçbir şey bizi
kolay kolay yıkmıyor. Yıldırmıyor. Ya da sevinçten aklımızı kaybetmiyoruz. Bir
şeylere seviniyoruz sonra aklımızı başımıza toplayıp hayatımıza geri
dönebiliyoruz. Ama bazı insanlar bunu bu kadar kolay başaramıyorlar. Özellikle
negatif duygulanımlar oluşturan yani kötü hadiseler yaşadıklarında bu kötü
hadiselerin etkisinden çok uzunca bir zaman kurtulamıyorlar. Hatta eğer
profesyonel bir müdahale olmazsa tekrar hayatlarını toparlayıp da normal günlük
işlerini bile yapamayacak hale gelebiliyorlar. Mesela depresyona
girebiliyorlar, tükenmişlik sendromu yaşayabiliyorlar, çok çeşitli başka melankoli
vari farklı psikolojik durumlara girip çıkabiliyorlar. Bu insanlar için bugün
özellikle pozitif psikoloji alanında kullandığımız rezilyans yetmezliği bu
durumdan geliyor. Yani duygusal istikrarın kaybı. Peki bu kayıp neden oluyor?
Beynimizin bağlantılarının oluşmasının bazı temel kuralları var. Bu kurallardan
bir tanesi de kullan ya da kaybet. Şimdi bu sürtünme kuvvetine benzettiğimiz
frenleme hikayesi aslında beyindeki elektrik kablosu gibi devrelerin bir yerden
bir yere sinyal götürmesi ile alakalı. Siz bu devreyi hiç kullanmazsanız ya da
yeterince bu devrelere antrenman yaptırmazsanız beyinin özelliği şu bu devreler
yavaş yavaş zayıflamaya başlıyor. İnceliyor. Yavaşlıyor ve görevini gittikçe
daha az verimle yapabilir hale geliyor. Yıllarca bu devreler iyi çalışmazsa
bunun sonucunda bu devreler zayıflarsa bizi duygusal istikrara geri getirecek
olan sistem iyi çalışmazsa bu durumda her şey yolunda giderken paramız
sağlığımız yerindeyken belki pek bir şey hissetmeyiz. Ama en ufak kötü bir şey
olduğunda ya da bizi böyle günlük hayatımızdan dikkatimizi başka bir yere
çekecek başka olumlu bir hadise de olduğunda bizim bir anda dikkatimiz çok uzun
süre dağılabilir. Kafamızı toparlayamayabiliriz. Eski ruh halimize geri
dönemeyebiliriz. Dolayısı ile burada eğer bir insanın duygusal istikrarını
yitirmesinden söz ediyorsak beyninde aslında zayıflamış bir takım devrelerden
bahsediyor olmamız gerek. Tabii ki bunun tedavisinde ne yapacağız? Düzeltilmesi
için ne lazım? O devrelerin toparlanması, tekrar güçlendirilmesi lazım. Aynen
bugün pozitif psikoloji alanında bir insan nasıl iyi olur, kendini nasıl mutlu
hisseder araştırmalarında bu duygusal istikrar meselesi tam ortada bir şekilde
karşımıza çıkıyor. Çünkü modern hayatta insanların birçoğunda azımsanamayacak
kadar bir kısmında bu devrenin artık daha az çalıştığını görüyoruz. Peki bunun
sebepleri neler olabilir? Neden normalde binlerce yıldır atalarımızın gayet
duygusal olarak istikrarlı yaşadığı bir dünyada biz bugün bir elimiz yağda bir
elimiz balda niye böyle kendimizi kaybediyoruz? Niye aklımızı kaybediyoruz kötü
ya da iyi bir şey olduğunda? Niye birçoğumuz normale dönemiyoruz? Bir
düşünelim. Bu duygusal istikrar devresini en fazla ne zaman çalıştırırsınız?
Hayatımızda olumlu ya da olumsuz dalgalanmalar ne kadar çoksa, erken
yaşlarınızda bunlarla yüz yüze gelmeyi, bunlarla mücadele etmeyi, bunlarla baş
etmeyi, bunların üstesinden gelmeyi ne kadar çok deneyimlerseniz bu devreler o
kadar çok antrenman yapacaktır. Mesela çocukları aman ayağı taşa değmesin, aman
yere düşmesin, okulda sıkıntı çekmesin gibi büyüttüğümüz zaman en fazla
duygusal istikrar kaybı yaşayan böyle büyütülen insanlar oluyor. Özellikle
hayatın ilk 6-7 yılında yani yaşamın erken devirlerinde çocuklarımızı çok
yalıtarak korunaklı büyütürsek bu devreler gelişmez. Ya da çocuklarımızı
hayatla birebir karşılaştırmak yerine dersle, aktiviteyle, çeşitli spor kurs
gibi şeylerle meşgul etmeyi tercih ediyorsak çocukların gerçek hayata karşı
devreleri bir türlü gelişemeyebiliyor. Biz bugün refah seviyeleri yüksek kentli
ailelerin çocuklarında biraz daha sık karşılaştığımız bu durum muhtemelen
ileride daha da çok görülen bir sorun haline gelecek. Duygusal istikrar
problemi varsa bunu nasıl anlayacağız? Günümüzde beyin görüntüleme teknikleri ile mümkün olabiliyor.
Duygusal istikrar yeteneği düşük bir insanın ön beyninde düşük, amigdala gibi
duygusal tepkilerimizi yöneten bölgelerde ise normalden yüksek aktivite
görülüyor. Peki bu tetkikler olmadan nasıl anlayabiliriz? Kendimizin anlaması
biraz zor. Etrafımızdaki insanların bizim hakkımızda söylediklerine biraz kulak
vererek ne durumda olduğumuzu anlayabiliriz. Bozucu, değiştirici, etkileyici
duygulanımlara çok uzun süre rutinlerini değiştirmek pahasına yanıt veren ya da
o duygulanımlar içerisinde savrulan kişilerde duygusal istikrar yeteneğinin
azaldığını söyleyebiliriz. Çevrenizde böyle kişiler var ise lütfen hemen
müdahale etmeyin. Bu sizin onarabileceğiniz bir şey değil. Bazı taktikler
verebilirsiniz ve önerilerde bulunabilirsiniz. Duygusal istikrarımızı
nasıl kuvvetlendiririz? İstikrar kaybından kendimizi nasıl koruyabiliriz? Az yemek, egzersiz yapmak, iyi sosyal ilişkiler kurmak,
stresimizi yönetmek, sınırlarımızı zorlamak. Bu beş maddeye ne kadar uygun
yaşayabiliyorsak duygusal istikrarımız da o derece yerinde ve işlevsel
olacaktır. Hayata dair insan ne ister? Hayatta harekete geçebilmek için
olumsuz koşullardan sıyrılabilmek için en çok neye ihtiyacımız var sorusunun
direkt yanıtından bir tanesi umut dediğimiz bir beklenti. Hayattan umudumuz
olmadığı zaman, ileriye umutlu adımlar atamadığımız zaman, hayatımızı böyle bir
rutine oturtamadığımızda maalesef bozucu etkenlerden çok fazla
etkilenebiliyoruz. Önümüze çıkan ilk engelde çöküp ağlayıp sızlamaya
başlayabiliyoruz. Umut dışarıdan verilebilen bir şey değildir. Bizim
kararlarımız, hayata bakışımız, hayata verdiğimiz anlamla ilgili bir meseledir.
Dolayısı ile umudu üretmek için mesai ayırmak duygusal istikrarı destekleyen çok
önemli koşullardan biridir. Bir hedefiniz, bir umudunuz var ise bozucu
etkenleri elinizin tersi ile iterek yolunuza devam konusunda daha fazla enerji
bulabilirsiniz. Maalesef olumsuz şeyler
yaşadığımızda şöyle bir zihin haline girebiliyoruz, beyinlerimiz diğer bütün
canlıların beyinleri gibi önce olumsuzu görmeye odaklandığı, bu sayede bizi
vahşi doğada hayatta tutabildiği için önce kötüyü görmeye programlıdır. Kötü
olan bir durumda iyi bir şeyi görebilmek için iradi olarak zihninizi o tarafa
odaklayabilmeniz gerekir. Yani fırsatı, faydayı, olası yeni çözümleri görmek
için zihinsel dikkati o tarafa bile isteye yöneltmeniz, bunun üzerine
çalışmanız gerekir. Kendi haline bırakırsanız bu zihni dikkati olası en kötüye kilitleyecek
ve sizi ondan korumaya çalışacaktır. Olumsuz durumlarda işin içinden
çıkabilmenin tek yolu o konun tek o olumsuzluktan oluşmadığını, onun etrafında
çeşitli çıkış yolları ve fırsatlar olabildiğini görebilmektir ama bu baya baya
iradi bir çalışma gerektiriyor. Bunun için çok basit bir cümle kalıbı vardır. Pandemi
döneminde herkese önerdiğim bir egzersiz vardı. Mesela okulum kapandı, işe
gidemiyorum gibi problemlerin sonuna ama getirmek. Okulum kapandı ama …. Gibi.
Olumsuz bir cümleye ama eklersek olumlu bir cümleyle devam etmemiz gerekir. Her
olumsuz koşulun ama ile ona bağlanan olumlu bir tarafı olduğunu bu şekilde
rahatlıkla görebilirsiniz. Bu görüldükten sonra da adımlarınızın yavaş yavaş
oraya dönmeye başladığını fark edersiniz. Bununla alakalı bir başka taktik,
lütfen kötü alışkanlıklarınızı bırakın. İlk sırada şikayet etme alışkanlığı.
Şikayet eden insan harekete geçemez. Şikayet etme maalesef bir bağımlılıktır
çünkü şikayet etmek kendince haz veren bir şeydir. Şikayet ettiğinizde suçu
dışarıya, şartlara, ekonomiye, siyasilere, anneye, babaya, zamana, coğrafyaya
herhangi bir şeye atabilirsiniz. Attığınız zaman da mevzu sizden düşer. Şikayet
ede ede yan gelip yatıp hayatın acısını sindire sindire çekmeye devam etmek
isteyebilirsiniz ama bu kendi hayatımızı tasarlarken çok iyi bir seçenek değil.
Şikayet etmediğimizde yerine cesaret gelir. Cesur insanlar harekete geçer ve
duygusal istikrar otomatikman yükselir. Şikayet kendi kendimizi sabote etmenin
yoludur. Motivasyon engelleri aşmamızı sağlayan ikinci güçtür.
Motivasyonu sağlayacak olan da amaçlarımız, umudumuzdur. Hayatın bizim için
olan anlamı da buna dahil. Yaşadığımız şeyi niye yaşıyoruz? Yaptığımız şeyi
neden yapıyoruz? Bunları sorguluyor muyuz? Lütfen bu sorulara bir alan
ayıralım. Bu hayat bizim hayatımız. Bir kere hayata geliyoruz. Bunların
nedenlerini bulduğumuzda duygusal istikrarımız da sağlam bir şekilde durmuş
olur. Ne yaşarsan yaşa bu da geçer. Eskilerin dediği gibi. Bunu da
unutmamak lazım. En iyi şey de, en kötü şey de geçecek. Her şey geçecek. Geçici
dünyada hiçbir şey kalıcı hasar vermeyecek. Sonsuza kadar mutsuz kalacağım,
sonsuza kadar sinirli kalacağım diye bir şey yok. Enteresan takıntılardan kurtulmanın
en önemli yolu her şeyin geçeceğini bilmektir. Yani çok ta şey yapmamak lazım. Klinik Psikolog Sabiha
IŞIK
sabihaisik@outlook.com
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Yazarın diğer yazıları
Antisosyal Kişilik Bozukluğu
- 28/06/2022
Sosyopati ya da psikopati olarak da adlandırılan antisosyal kişilik bozukluğu genel anlamda diğer kişilerin haklarına karşı umursamazlık ve ihlal halidir. Çocukluk veya ilk ergenlik çağında başlayıp yetişkinlik çağında da devam eder. Hilekarlık ve
Terk Edilme ve Ayrılık Korkusu
- 24/06/2022
Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin’ e benzer aşıkların reddedilme ve terkedilme öyküleri mitolojde yoğun bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bütün hayatını sevgiliye adayan erkek ve kadın mitleri ile doludur masallar ve efsaneler. Analitik psikolojinin
Göç’ün Psikolojisi ve Sosyolojisi
- 21/06/2022
Uluslararası göç; bir ülkeden bir ülkeye belirli bir süre yaşamak için taşınmak olarak adlandırabiliriz. Göç konusunu sebeplerine göre ayıracak olursak eğer;
1) ekonomik göç yani iş için göç edenler: Eskiden Avrupa mavi yakalı göçmen ararken
Bağlanma türleri ve insan ilişkilerine etkisi
- 17/06/2022
Bağlanma; çocukların küçük yaşta anne veya bakım veren diğer kişi ile kurduğu bağdır. Bebekler küçük yaşlarda bakım veren kişinin ya da annenin her zaman ihtiyaçlarına cevap verebileceğini, güvenli olarak bir psikolojik yapı geliştirdiklerinde onlar
Çocuklarda davranış bozuklukları ve çalma davranışı
- 14/06/2022
Çocuklarda davranış bozuklukları ve çalma davranışı
Bir davranışı problem olarak değerlendirmenin belli objektif ölçüleri vardır. Davranışın değerlendirilmesi sırasında
Kardeşler arası yaş farkı ne kadar olmalıdır?
- 07/06/2022
En sık sorulan sorulardan biri ne zaman ikinci çocuğu yapmalıyım? Kardeşler arası yaş farkı ideali kaç olmalıdır? Bu yazımda bunlara detaylıca değineceğim.
Yaş farkına karar verirken değerlendirilecek konular; anne baba, anne baba ilişkisi, çocuğu
Çocuklarda konuşma geriliği, konuşma gecikmesi
- 03/06/2022
Konuşma bir öğrenme ve iletişim biçimidir. Bebekler etrafındaki olayları gözlemleyerek, cisimlerin isimlerini duyarak zamanla konuşmaya başlarlar. Çocuk beyni ilk üç yaş içerisinde öğrenme ve taklit etmeye çok açıktır. Çok kolay öğrenir ve taklit e
Çocuklara “Hayır”ı Öğretmek, Çocuklara Hayır Diyebilmek
- 31/05/2022
Ne zaman çocuklara “hayır” diyoruz? Ne zaman “dur” diyoruz? Acaba bu hayır’lar bizim hayır’larımız mı yoksa olması gereken hayır’lar mı? Çocukların cezalandırılmaları ile ilgili süreçlerde bazen hayır diyerek, ses tonumuzu da arttırarak yapmaması g
İstediğini ağlayarak yaptırmaya çalışan çocuğa nasıl davranmalıyız? Ödül ve pekiştireç yöntemi nası
- 24/05/2022
Bebek doğduğu andan itibaren ağlamaya başlar. Konuşamadığı için acıktığında, bir yeri ağrıdığında, tuvaleti geldiğinde, herhangi bir rahatsızlık durumu yaşadığında kendini başka türlü ifade edemeyeceği için ağlar. Ağladığında anne gider ve bir sorun
Devamı