Ekrem Çulfa
İçsel
çatışma nedir? Ego (ben) çatışmalarımızla nasıl denge kurabilir? Çatışmaların varlığı insanın
nevrotik olduğunu göstermez. İstek, ilgi ve fikirlerimiz hayatın bir noktasında
çevremizdekilerin istek, ilgi ve fikirleri ile çatışacaktır. Ayrıca
çevremizdekilerle aramızda bu tür uyuşmazlıkların olması ne kadar doğalsa,
içimizdeki bir takım çatışmalar yaşamamız da o kadar doğaldır. Bir hayvanın
hareketlerini belirleyen büyük ölçüde güdüleridir. Çiftleşmesi, yavrusuna ilgi
göstermesi, besin araması, tehlike karşısında savunmaya geçmesi az ya da çok
önceden belirlenmiş ve kendi özgür iradesinin dışındadır. İnsan ise bundan
farklı olarak kendisi için bir ayrıcalık olduğu ölçüde bir yük bir sorumluluk
da olan seçim yapabilme ve karar alma kapasitesine sahiptir. Bizi başka yönlere
savuran arzular arasında seçim yapmak zorunda kalabiliriz. Sözgelimi hem yalnız
kalmayı hem bir arkadaşın yanında olmayı isteyebiliriz. Tıp okumak ama aynı
zamanda müzik eğitimi almak isteyebiliriz. Veya isteklerimizle
yükümlülüklerimiz birbiri ile çatışabilir. Başı dertte olan biri bizim ilgi ve sevgimize
ihtiyaç duyarken sevgilimizle olmayı isteyebiliriz. Bir yandan diğerleri ile
uyumlu olmayı arzularken öte yandan karşıt fikirler dile getirmemiz gerektiğine
inanabiliriz. Kısacası iki değer sistemi arasında çatışma yaşayabiliriz. Mesela
savaş sırasında tehlikeli bir işi kabul etmemiz gerektiğine inanırken öte
yandan da kendimizi ailemize karşı sorumlu hissedebiliriz. Bu tür çatışmaların
biçimi, yoğunluğu ve çapı büyük ölçüde içinde yaşadığımız medeniyet tarafından
belirlenmiştir. Eğer söz konusu medeniyet istikrarlı ve gelenekler de yerleşikse
kişinin seçim şansı sınırlı ve dolayısı ile ortaya çıkabilecek muhtemel çatışmalar
da kısıtlı olacaktır. Yine de bu durumda bile çatışmanın olmadığını
söyleyemeyiz. Bir konuda gösterdiğimiz bağlılık diğeri ile çatışabilir ya da
kişisel arzular grubunun yükümlülüklerine ters düşebilir. Ama eğer içinde
yaşadığınız medeniyet aynı çelişkili değerlerin ve farklı yaşam biçimlerinin bir
arada durduğu hızlı bir geçiş evresindeyse o zaman verilmesi gereken kararların
hem sayısı artacak hem de bu kararları vermek güçleşecektir. Bu durumda kişi
toplumun beklentilerine uyabilir ya da muhalif olmayı seçebilir. Başarıya
tapınabilir ya da onu küçümseyebilir. Çocukların katı bir disiplin ile
yetiştirilmeleri gerektiğine inanabilir ya da fazla müdahale etmeden
büyümelerini hoş görebilir. Kadın ve erkek için ayrı ahlaki standartlar
olduğuna inanabilir ya da ikisi için de aynı ölçütün uygulanması gerektiğini
savunabilir. Cinselliği mahrem bir ilişki gibi görebilir ya da onu tüm duygusal
bağlarından koparabilir. Bu liste böyle sürüp gidebilir. Kuşkusuz içinde
yaşadığımız toplumda insanlar bu tür seçimleri çok sık yapmak zorunda kalıyor. Dolayısı
ile bu konularda çatışmaların oldukça yaygın olmasını bekliyoruz. Ne var ki
şaşırtıcı olan şu, çoğu insan bu çatışmaların bilincinde dahi olmadığından hali
ile net bir karar vermeleri bunların çözümlenmeleri için yeterli olmuyor. Bu
kişiler çoğunlukla kendilerini hayatın akışına bırakıp rastgele sürükleniyor.
Nerde durduklarını bilmiyor. Bilinçsizce ödünler veriyor ve farkında bile
olmadan kendileri ile çelişiyorlar. Burada kastettiğim ne ortalama ne ideal yalnızca
nevrotik olmayan sıradan insandır. Öyleyse kişinin bu çelişkilerinin bilincinde
bir seçim yapabilmesi için bazı ön koşullar gerekir. Bunlar dört tanedir. Neyi
istediğimizi hatta daha da fazlası ne hissettiğimizin farkında olmalıyız.
Birini gerçekten seviyor muyuz yoksa yalnızca öyle olması gerektiği için sevdiğimizi
mi sanıyoruz? Annemizi ya da babamızı kaybetsek gerçekten üzülür müyüz yoksa
sadece üzülmüş gibi mi yaparız? Doktorluğu ya da avukatlığı gerçekten istiyor
muyuz yoksa bunları yalnızca saygın ve kazançlı meslekler oldukları için mi cazip
buluyoruz? Çocuklarımızın bağımsız ve mutlu olmalarını sahiden istiyor muyuz
yoksa bu sadece lafta mı geçerli? Birçoğumuz için böylesi basit soruları
cevaplandırmak güçtür. Çünkü gerçekte ne istediğimizi ya da ne hissettiğimizi bilmeyiz.
Sigmund Freud ve psikoanalitik kişilik
kuramında geçen İd, Ego, Süperego kavramları bize insanların neden böyle
davrandığını açıklıyor. İnsanın içinde yaşadığı güç, arzu, kontrol ve özgürlük
savaşını anlatan kişidir. Kişiliklerimiz de bu çatışan karakterlerin bir ürünü.
Zihnimizde dönen bir oyun gibi. Biz de bu çatışan zihinsel kuvvetlerin ve
yapıların bir ürünüyüz aslında. Freud’a göre biz zihnimizde arzular ve bilinç
arasında yaşanan bir dramın aktörleriyiz. Bu dramda ise üç tane ana karakter
var: İd, Ego, Süperego. Önce en temel en primitif, en ilkel olan ile “İd” ile
başlamak gerekirse; şunu düşünün, hepimiz o anda tatmin edilmesi gereken bir
dürtü, bir arzu, bir isteğin etkisine girmişizdir. Çok beğendiğimiz o araba, o
ev veya etkilendiğimiz o kişi. O anda, ama tam da o anda bizim olsun
istemişizdir. Değil mi? İşte Freud’a göre bu önlenemez arzular zihnimizin
derinlerine işlemiş, kişiliğimizin İd adı verilen bölümünden geliyor. İçgüdüsel
ve bilinçdışı şekilde çalışan bu mekanizma tüm ihtiyaçlarımızı ve arzularımızı
karşılayarak ertelemeden tatmin olmamız için bizi tetikler. Sosyal yasaklar,
ahlaki normlar, gerçek yaşam, mantıklı düşünmeden bağımsız bir şekilde. Hiçbir
şey düşünmeden. İstisnasız herkesin içinde taşıdığı en ilkel yapıtaşlarından
biri. Kendinizi, çevrenizdekileri düşünün. En sakin, en mantıklı, en ayakları
yere basan kişiyi mesela. Hiç aklınıza gelmeyecek insanların da, evet,
içlerinde bu arzu yanardağı mevcut. Çizgi filmlerde karakterlerin omuzlarında
melek ve şeytan tasvir edilir ya işte İd o şeytan. Veya alışveriş merkezlerinde
istediği oyuncak alınmadığı için kendini yerlere atan o çocuk var ya? İd’in
etkisi altında bir birey görüyorsunuz o anda. Çok da ayıplamayın. Freud’a göre
bu istekleri tetikleyen de “libido” adını verdiği bir olgu. Bildiğimiz anlamı
dışında burada daha geniş bir tanım yapıyor Freud. Tüm içgüdüler ve hayatta kalma
içgüdüsünün kolektif bir enerjisi olarak tanımlıyor libidoyu. Ve hepimiz
doğduğumuzda bu İd ile doğuyoruz. Kodlarımıza işlenmiştir. Ne olursa olsun
yetiştiğiniz kültür, çevre, sosyal veya ahlaki normlar, kurallar ona dokunamaz.
Fakat bu noktada bir şey olur. Yani elbette herkes istediği her şeyi, istediği
zaman, istediği yerde elde etmek ister. Bu mükemmel olurdu. Fakat bu mümkün mü?
Değil. Suçlusu kim? Kişisel dramımızdaki ikinci karakterimiz Ego. Bu karakterin
en temel görevi ise çok güçlü arzularla beslenen İd ile dış dünya ya da
gerçeklik dediğimiz olgu arasındaki dengeyi korumaktır. Yani şöyle diyebilir
miyiz? Ego olmasaydı her istediğimizi elde edebilir miydik? Ego’yu boş verelim
o zaman. Aslında öyle değil. Ego her ne kadar İd ile çatışma halinde görünse de
aslında İd’i bir şekilde mutlu etmeyi de bilir. Yani şöyle düşünün. İd bir
futbolcu olsun. Elbette bu futbolcu ne bileyim Barselona’da yüz milyonlarca dolarlık
bir sözleşme yapmak istiyor olabilir. Ego ise bu futbolcunun menajeri durumunda.
Arkadaşa şimdilik bu hedefini biraz küçültüp daha küçük bir takımla yetinmesi,
yoksa hepten işsiz kalacağını hatırlatır. Daha planlı olmasını, daha uzun
vadeli düşünmesi gerektiğini. Yani o çok güçlü duyguyu dönüştürerek daha
gerçekçi ve işe yarar planlara dönüştürmemizi sağlayan bir aracıdır Ego. İşi
zor yani egonun. Yerinde durmayan, içgüdülerinin esiri birini sürekli
sakinleştirmeye çalışır. Bu da yetmiyormuş gibi bir de onun başında da bir bela
vardır. Sürekli onu izleyen, işini doğru yaptığından emin olan bir denetçi güç.
Hikayemize çok sonradan katılan ama ipleri eline alan güçlü bir karakter.
Süperego. Her şeyi yargılayan ve düzeni sağlamaya çalışan yargıç. Ego İd ile
görüşme halindeyken ve gelecek “krizleri” ve “bana ne, ben bunu istiyorum”
çığlıklarını önlemeye çalışırken süperego sert bakışları ile egonun işini iyi
yaptığına emin olmaya çalışır. Güçlü olmasını, etkili olmasını, daha iyi
olmasını ister. Vicdan da diyebiliriz aslında süperego’ya. Çok sonradan
genellikle ilk olarak anne-babanın sözleri, verdiği cezalar veya övgüleri ile
gelişir ve daha sonra daha geniş anlamda sosyal normlar ve ahlak kuralları ile
şekillenir. Büyüdükçe bu yazılı olmayan standartları içselleştitiriz. Yalan
söylediğimizde kötü hissediyorsak veya vergi kaçırdığımızda hakkını yediğimiz
insanları düşünmemiz bundan kaynaklanır. Her zaman bu kadar pozitif çıkarımları
da olmayabilir. Aslında İd açısından doğru, Ego’nun da onayladığı, bizim için
mantıklı olan bir şeyi de Süperego önleyebilir. Ki bu noktada suçluları da
düşünebiliriz. Ted Bundy gibi serii katiller mesela bu suçları nasıl işliyorlar?
Süperego’ları mı yoktu? Suçlu hissetmiyorlar mıydı? Uygun bir süperego
geliştirmelerini sağlayacak bir çevrede mi büyümemişlerdi? Yoksa daha derinlerde
yatan bir sorun mu söz konusuydu? Orasını da ayrıca konuşacağız. Ancak toplamak
gerekirse emniyet şeridine hiç düşünmeden kendini atan Ahmet’in Ego veya
Süperegosu olmayan, istediği oyuncak alımayınca kendini yere atan çocuktan bir
farkı olmadığını, İd’inin etkisinde olan, ilkel biri olduğunu, arkadaşına
vurmak isteyen Sercan’ın Ego’su sayesinde içgüdüsünü daha fazla çalışmaya
yönlendirmesini ve kendi geleceğini düşünmesini, yakalanmayacağını bile bile
kopya çekmeyen Ayşe’nin sağlıklı bir Süperego geliştirdiğini bu olayları örnek
alarak söyleyebiliriz. Yani çok karmaşık bir iç dünyaya sahip olsak da birçok
konuda neden öyle davrandığımızı açıklayan olgular bunlar ve bunları öğrendiğimizde
kendi muhasebemizi yaparak, hiçbirini yok saymadan dikkatli bir denge kurabiliriz.
Bu sayede hem mantıklı, hem arzularını yok saymadan, hem de mutlu bir yaşam
sürebiliriz.
sabihaisik@outlook.com
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Yazarın diğer yazıları
Antisosyal Kişilik Bozukluğu
- 28/06/2022
Sosyopati ya da psikopati olarak da adlandırılan antisosyal kişilik bozukluğu genel anlamda diğer kişilerin haklarına karşı umursamazlık ve ihlal halidir. Çocukluk veya ilk ergenlik çağında başlayıp yetişkinlik çağında da devam eder. Hilekarlık ve
Terk Edilme ve Ayrılık Korkusu
- 24/06/2022
Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin’ e benzer aşıkların reddedilme ve terkedilme öyküleri mitolojde yoğun bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bütün hayatını sevgiliye adayan erkek ve kadın mitleri ile doludur masallar ve efsaneler. Analitik psikolojinin
Göç’ün Psikolojisi ve Sosyolojisi
- 21/06/2022
Uluslararası göç; bir ülkeden bir ülkeye belirli bir süre yaşamak için taşınmak olarak adlandırabiliriz. Göç konusunu sebeplerine göre ayıracak olursak eğer;
1) ekonomik göç yani iş için göç edenler: Eskiden Avrupa mavi yakalı göçmen ararken
Bağlanma türleri ve insan ilişkilerine etkisi
- 17/06/2022
Bağlanma; çocukların küçük yaşta anne veya bakım veren diğer kişi ile kurduğu bağdır. Bebekler küçük yaşlarda bakım veren kişinin ya da annenin her zaman ihtiyaçlarına cevap verebileceğini, güvenli olarak bir psikolojik yapı geliştirdiklerinde onlar
Çocuklarda davranış bozuklukları ve çalma davranışı
- 14/06/2022
Çocuklarda davranış bozuklukları ve çalma davranışı
Bir davranışı problem olarak değerlendirmenin belli objektif ölçüleri vardır. Davranışın değerlendirilmesi sırasında
Kardeşler arası yaş farkı ne kadar olmalıdır?
- 07/06/2022
En sık sorulan sorulardan biri ne zaman ikinci çocuğu yapmalıyım? Kardeşler arası yaş farkı ideali kaç olmalıdır? Bu yazımda bunlara detaylıca değineceğim.
Yaş farkına karar verirken değerlendirilecek konular; anne baba, anne baba ilişkisi, çocuğu
Çocuklarda konuşma geriliği, konuşma gecikmesi
- 03/06/2022
Konuşma bir öğrenme ve iletişim biçimidir. Bebekler etrafındaki olayları gözlemleyerek, cisimlerin isimlerini duyarak zamanla konuşmaya başlarlar. Çocuk beyni ilk üç yaş içerisinde öğrenme ve taklit etmeye çok açıktır. Çok kolay öğrenir ve taklit e
Çocuklara “Hayır”ı Öğretmek, Çocuklara Hayır Diyebilmek
- 31/05/2022
Ne zaman çocuklara “hayır” diyoruz? Ne zaman “dur” diyoruz? Acaba bu hayır’lar bizim hayır’larımız mı yoksa olması gereken hayır’lar mı? Çocukların cezalandırılmaları ile ilgili süreçlerde bazen hayır diyerek, ses tonumuzu da arttırarak yapmaması g
İstediğini ağlayarak yaptırmaya çalışan çocuğa nasıl davranmalıyız? Ödül ve pekiştireç yöntemi nası
- 24/05/2022
Bebek doğduğu andan itibaren ağlamaya başlar. Konuşamadığı için acıktığında, bir yeri ağrıdığında, tuvaleti geldiğinde, herhangi bir rahatsızlık durumu yaşadığında kendini başka türlü ifade edemeyeceği için ağlar. Ağladığında anne gider ve bir sorun
Devamı