Ekrem Çulfa
Mevsimsel depresyon nedir? Depresyon, son yıllarda çok sık
karşılaştığımız bir ruhsal bozukluk haline geldi. Bu kadar çok sık görülüyor
olması aslında bir ruhsal grip olarak da adlandırılmasına neden oldu. Günümüzde
her beş kişiden neredeyse bir tanesi depresyon tanısı almaktadır. Depresyon neden ortaya çıkıyor? Depresyon tek yönlü bir hastalık
değil aslında tek bir sebebi yok. Çeşitli biyolojik faktörler, genetik
faktörler, çevresel ya da psikolojik faktörler etkili olabiliyor. Genetik
faktörlere baktığımızda tek bir geni bunda suçlu tutamayız açıkçası. Birden
fazla genin depresyon üzerinde etkili olduğunu söyleyen araştırmalar
bulunmakta. Ailede eğer depresyon tanısı almış bireyler varsa bu doğal olarak
gen yolu ile aslında sizlere de geçmiş oluyor ancak bu durum illaki sizin de
hasta olacağınız anlamına gelmemektedir. Sadece depresyona girme riskinizi
arttıran bir durum söz konusudur. Biyolojik faktörler: Çeşitli hormonal değişiklikler
depresyon belirtilerini ortaya çıkartabiliyor. Bazı tiroid hormonlarının
düzensiz çalışması, fazla salgılanması ya da az salgılanması, kalp
rahatsızlıkları, çeşitli nörolojik bozukluklar gibi sağlık sorunları depresif
belirtileri ortaya çıkartabiliyor. Bu noktada eğer bu belirtilerin önüne
geçilemezse depresyon tanısı konulması için bir zemin hazırlanmış oluyor. Bazı rahatsızlıklar için
kullanmış olduğumuz ilaçların aslında yan etkileri bulunmakta. Çeşitli depresif
belirtileri ortaya çıkarabiliyor. Bu ilaçlar bazen daha hüzünlü yapabiliyor.
Daha çökkünlük, kronik yorgunluk yaratabiliyor, uyku ya da yeme
alışkanlıklarımızı etkileyebiliyor. Aslında bu saymış olduğumuz şeyler de
depresyonun belirtileri arasında yer alıyor. Bu noktada eğer bunlar tespit
edilemez ve bu yan etkilerin önüne geçilemezse kişi depresyona doğru gidiyor
demektir. Çevresel faktörler: Büyük şehirlerde stres faktörü o
kadar fazla ki her şey aslında tetikleyebiliyor. Gün içerisinde yaşadığımız
olaylar, toplumsal olaylar, geçmişte yaşadığımız ve unutamadığımız travmatik
olarak adlandırdığımız yaşantılar, barış imzalamadığımız olaylar aslında
çevresel faktörler arasında yer alabiliyor. Bir diğer yandan hayatımızda
çeşitli değişiklikler yapabiliyoruz, evlenebiliyoruz, ilişkilerimiz son bulabiliyor,
taşınabiliyoruz, iş değişikliği yapabiliyoruz… Bunlar da bazen stresle baş etmemiz
noktasında bizi zorlayabilen olaylar oluyor. Kayıplar yaşayabiliyoruz
hayatımızda, bazen ölümle sonuçlanabiliyor bu kayıplar. Dolayısıyla bu durumlar
travmatik etki yarattığı için de altından kalkılması güç olaylara
dönüşebiliyor. Sadece depresif belirtileri
taşıyor olmamız depresyon tanısı almamıza yeterli değil. Tanının başka
kriterleri bulunuyor. Ancak bir şekilde bu belirtilerin önüne geçilmediğinde tanıya
doğru ilerliyor hastalarımız. Psikolojik faktörler: Bu daha çok bizim kişilik
özelliklerimiz olabilir. Yani karakterimizle alakalı, olaylara karşı nasıl
bakış açısı sergilediğimiz ve stres faktörü ile karşılaştığımızda nasıl tepki
verdiğimizi ile alakalı aslında. Her insanın kendine göre farklı baş etme
stratejileri var. Kendine olan özgüveni ego gücü daha farklı olabiliyor. Bu
noktada aslında benzer olaylarla karşılaşan iki kişi bile farklı tepkiler
verebiliyor çünkü baş etme stratejileri farklıdır. Biri depresyona girebilirken
diğeri girmeyebiliyor. Bu noktada aslında psikolojik ve bireysel karakteristik özelliklerimiz
de çok büyük önem taşıyor. Çok katı görünen, dışarıya karşı daha sert duran ve
daha etkilenmemiş gibi duran insanlarda içten içe daha fazla depresif
belirtilerin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu kişiler belki depresif belirtileri çok
fazla ortaya sergilemiyor ama daha çok öfke ile hırçınlıkla ya da öfke
patlamaları ile bu tutumlarını sergiliyor olabilirler. Dolayısı ile bu
kişilerde gizli bir depresyonu araştırmak gerekir. Daha hassas kişiler de
olabilir. Yani çok kırılgan, çok narin gibi görünen insanların bazen de baş
etme stratejileri çok güçlüdür ve altından daha kolay kalktığını görebiliriz. Biraz
da aslında depresyona girip girmemek sosyal desteğin varlığı ile de alakalı.
Problem çözme becerileri konusunda başarılıysa ya da yeterince sosyal desteğe
sahipse bu noktada depresyonu daha kolay atlatıyor demektir. Depresyon belirtileri nelerdir? Duygusal belirtiler: Bir takım duygusal değişiklikler
yaşıyoruz. Genel anlamda bu üzüntü hüzün olabiliyor. Çökkünlük olarak aslında depresyonu
tanımlıyoruz. Bu duygulara bağlı olarak karamsarlık duygusu hissi gerçekleşebiliyor.
Umutsuzluk, çaresizlik hissine kapılabiliyor hastalarımız. Bununla birlikte aslında
kendine karşı bir değersizlik hissi, özgüveninde azalma gibi belirtiler de
ortaya çıkabiliyor. Kişi ileri evrelerde de şayet depresyon belirtileri daha
şiddetli ise hem yaşadığı olaylarla ilgili hem de o olayların kendisinde yaratmış
olduğu etkilerle ilgili kendini suçlamaya başlıyor. Bu da aslında depresyonun
ne kadar şiddetli olduğunu bize gösteriyor. Çökkünlüğün yanı sıra farklı bir
duygu olarak karşımıza öfke çıkıyor. Daha çok erkeklerde bunu görüyoruz.
Kadınlar daha çok duygusal olarak üzüntü mutsuzluk olarak depresif belirtilerini
ifade ederken erkekler daha çok öfke ve sinirle ifade ediyorlar. Bunun yanı
sıra kaygı, huzursuzluk en sık karşılaştığımız belirtiler olabiliyor. Düşünsel boyutta değişiklikler: Hayatta kendimiz ile ilgili,
çevremizdekilerle ilgili ve dünya ile ilgili genel görüşlere sahibiz. Depresyonla
birlikte bu görüşlerimiz zarar görüyor. Daha karamsar, daha olumsuz düşünmeye
başlıyoruz. Bu ileri evrelere gittiğinde hem suçlayıcı hale geliyor hem de çok
çaresiz altından kalkılamaz bir hale geliyor. Dolayısı ile de kişilerde intihar
düşünceleri ortaya çıkmaya başlıyor. İntihar düşünceleri intihar planlarına
dönüşebiliyor. Bu hekimlerin en çok dikkat etmesi gereken nokta. Bizde
psikoterapi evresinde bunu çok sorguluyor oluyoruz. Bir başka düşünsel değişiklik ise
konsantrasyon bozukluğu olabiliyor hastalarımızda. Çünkü aklında başka şeyler
var. O esnada kendi ile ilgili geçmişi ile ilgili birtakım düşüncelere saplanmış
durumda. Dolayısı ile de anı kaçırıyor hastalarımız. Konsantre olamıyorlar,
dikkatlerini kolay toparlayamıyorlar, dikkat verseler bile kolaylıkla
dağılabiliyorlar. Aynı şekilde unutkanlık da görülüyor bu hastalarda. Bu da bir
belirti. Çünkü aklımız o kadar çok başka şeylerle meşgul oluyor ki yeni gelen bilgilere
dikkat edemediğimiz için aslında onları zihnimize alamıyoruz ve bir şekilde unutkanlık
olarak kendini gösteriyor. Genellikle hastalar başka şikayetlerle farklı
poliklinikleri ziyaret ediyorlar. Kaygıları yükseldiği için, kendilerini huzursuz
hissettikleri için belki bir kardiyolojiye önce uğruyorlar, daha sonrasında nörolojik
problemler yaşadıkları için nöroloji polikliniğinde muayene oluyorlar. Daha
sonrasında orada yapılan tetkiklerde fiziksel anlamda bir problem olmadığı
ortaya çıkınca daha çok psikolojik boyutlu olabileceği, bir depresyonun
belirtisi olabileceği nedeniyle bizlere yönlendiriliyorlar. Depresyon tipleri Majör depresyon; en sık karşılaştığımız
kliniklerde daha çok tanısı konulan bir bozukluk. Biraz tanısal olarak gitmek
gerekirse aslında saymış olduğumuz belirtilerin en az beş tanesini bir hasta
yaşıyorsa ve bu yaklaşık iki haftadır sürüyorsa ve gün boyu kişinin hayatını
etkileyecek boyuttaysa gündelik fonksiyonlarını aksatıyorsa ve hayattan geri
kalmasına neden oluyorsa majör depresyon tanısı koyabiliriz. Bu noktada eğer bu
belirtiler yine aynı şekilde ortadaysa ancak süresi daha kısaysa bunu daha düşük
seviyede bir depresyon gibi düşünerek aslında minör depresyon tanısı
koyabiliriz ama majör depresyona dönüşme olasılığı yüksek olan bir kesim oluyor
burası. Dolayısı ile önce hastamızın tanı koyulması noktasıda psikyatrist
hekimler ön plandalar. Daha sonrasında bizlere yönlendiriyorlar zaten. Hayatı etkilemesi açısından baktığımızda
majör depresyon daha şiddetli ve daha uzun süre gelen bir bozukluk. Minör
depresyon ise biraz daha kısa vadede hayatı çok aksatmadığımız ama depresif
belirtilerin hafif hafif yaşandığı bir dönem oluyor. Ama tabii ki ileriye dönük
bir risk faktörü oluşturuyor. Klinik görüşmede bir hasta
kapıdan girdikten sonra çok farklı kriterlere bakıyoruz. Sadece onun
anlattıkları değil bedeni ile de ifade ettikleri bizim için önemli. Öncelikli
olarak görünüşüne bakıyoruz. Çünkü her bir psikolojik rahatsızlığın kendine
özgü bir duruşu vardır. Mimikler, duruşu, hareketleri gibi. İlk bunları
değerlendiriyoruz. Ardından kişinin konuşma tarzı, ilişki kurma biçimi bizim
için önemlidir. Depresyonda bu daha kesik kesik, kişinin kendini izole ettiği,
biraz daha ilişki kurmaktan kaçındığı bir süreç oluyor. Dolayısı ile bunu
yakalamak da biraz daha kolay. Danışanlarımızın düşünce içeriklerine bakıyoruz.
Yani ne kadar karamsar, ne kadar olumsuz düşüncelere sahip, ne kadar genelliyor
ve sağlıksız düşüncelere sahip bunları araştırıyoruz. Aynı zamanda düşünce
içeriklerini incelerken de bir yandan da intihar girişimi olup olmadığını ya da
intiharı planlayıp planlamadığını da kontrol ediyoruz. Bir diğer yandan
bilişsel olarak da süreçlerini kontrol ediyoruz. Yani hasta orda konuşurken
aslında onu her türlü gözlemliyoruz. Konuşma tarzından, kendini nasıl ifade
ettiğine, bir şekilde bizimle konuşuyor ama belki aklı orda değil dalmış gitmiş
olabilir ya da dikkati kolay dağılıyor farklı konuya atlıyor olabilir bütün
bunlar da onun bilişsel süreçleri ile ilgili bize ipuçları veriyor. Bazen de
bedensel belirtilerini hastalarımız ifade edebiliyorlar. Ama bir yandan da problemlerinden
bahsederken gözümüzün önünde bazen bedensel belirtileri yaşadıklarını hissedebiliyoruz.
Midelerine kramplar girebiliyor, başlarına birden ağrı saplanabiliyor ya da
kaygıları artabiliyor o esnada çeşitli fiziksel belirtiler ortaya çıkabiliyor.
Bunlar bizim için önemli klinik anlamda. Minör depresyona mevsimsel
depresyonu ekleyebilir miyiz? Her depresif belirti aslında depresyon
tanısı için yeterli değildir. Sonbahar ile birlikte güneşe daha az maruz kalıyoruz.
Günler daha kısa, daha karanlık ortamlar, bulutlu yağmurlu hava ve ister
istemez ruhsal yapımız etkilenebiliyor. Duygularımızda dalgalanma söz konusu
olabiliyor. Bunun ne kadar sürekli olduğu ve tekrarlandığı önemli aslında.
Benzer belirtileri yine sayabiliriz ama mevsimsel depresyon diyebilmemiz için
art arda iki yıl boyunca aynı belirtilerin aynı dönemde ortaya çıkması ve
kişinin gündelik fonksiyonlarını aksatıyor olması bizim için önemlidir. Minör
depresyonla da aslında majör depresyon benzer belirtiler gösterdiği için
mevsimsel depresyon ile de benzer belirtiler içermektedir. Bizim için önemli
olan süresidir. Mevsim geçişlerinde depresyon
belirtileri; duygusal dalgalanmalar, çökkünlüğün çok ön planda olduğunu görebiliyoruz.
Bedensel yorgunluk bir yandan önemlidir. Ama bunun fiziksel kaynaklı olup
olmadığını araştırmamız gerekiyor. Hemen hemen bahar geçişlerinde gördüğümüz
özellikle sonbahar döneminde daha sık gördüğümüz kış dönemlerinde artarak devam
ediyor. Tedavi edildiği noktada kışın bitmesi ile de belirtilerin azaldığı
kişinin kendini toparladığı ve gündelik yaşantısına geri döndüğünü
söyleyebiliriz. Eğer belirtiler çok şiddetli ise ve uzun süreli ise zaten bir
tanıya doğru gitmiş demektir. Bu noktada belirtilerin şiddetinin az olması,
kişinin gündelik hayatını aksatmıyor olması, bir şekilde sosyal destekle
kişinin hayat içinde kalarak kendi baş etme stratejilerini kullanarak kişinin
altından kalkabileceğini gösteriyor. Bir diğer yandan fiziksel olarak kişinin
kendini güçlendirmesi aslında bu süreçte iyi gelecek bir şeydir. Uyku düzeni,
yeme alışkanlıkları, bunları bir düzene sokuyor olması, kişinin erken saatlerde
yatması ve sabahları erken uyanması aslında kendini daha enerjik hissetmesini
sağlayacaktır. Psikolojide şöyle bir anlayış vardır. Beynimiz davranışı ciddiye
alır. Dolayısı ile de bu belirtileri yaşayan hastalarımız için belki davranışlarda
bulunmak, harekete geçmek ilk başta çok zor gelecektir. Ancak harekete
geçtiğimiz anda enerjimiz yükseleceği için doğal olarak beyin bunu fark edecek
ve devamlılığını getirecektir. Çünkü enerjinin yükselmesi ile kendini iyi
hissedecektir. Kişinin kendini kapatmaması ve sosyal ortamlardan kendini izole
etmemesi gerekiyor. Mevsimsel depresyon ile ilgili tanı konduysa ve belirtiler
de ağır ise psikiyatri tarafından ilaç başlanıp başlanmayacağına karar
verilmesi gerekir. Bazı tablolarda eğer hafif şiddetli belirtiler yaşanıyorsa
psikiyatristler ilaç başlamayıp psikoterapi ile tedaviyi götürmenin daha uygun
olacağını düşünüyorlar. Bu hastalarımızın en çok hoşuna giden şey oluyor. Şayet
şikayetler şiddetli ise ve intihar riski varsa doğal olarak ilacın başlanması
ve kontrol altında tutulması gerekiyor. Ondan sonraki süreçte biz devreye
giriyoruz psikoterapi süreci başlıyor. Mümkün olduğunca haftada bir hatta
haftada iki olabiliyorsa psikoterapi sürecini ilk başlarda sıkı tutmak çok önemli.
Haftada bir en önerdiğimiz. Kişinin maddi imkanlarına göre de bunu
arttırabiliriz de ama olmazsa olmaz haftada bir aynı gün aynı saate bir
disiplini oluşturarak devam etmek kişinin hem tedavi sürecine olan katkısını ve
katılımını arttıracaktır hem de verim almasını fayda görmesini sağlayacaktır.
Terapi karşılıklı ilerleyen bir süreç. Belki psikoloğun doğru yönlendirmesi ve
soruları ile kişi doğru noktalara değinecek ve yeni şeyler ortaya çıkartacak
problemlerine bir ışık tutmuş olacak bu noktada ilk başta depresyon
hastalarındın katılma isteği daha az olur çünkü zaten enerjileri düşük karamsar
ve umutsuz yaklaşırlar ancak ufak da olsa bir verim almaya başladıklarını
gördüklerinde bu sürece katılımları da artacaktır. Ardından hastalarımızın ihtiyacına göre ve problemlerini
çözme hızına göre bu süreci daha uzatabiliyoruz on beş günde bire çıkartabiliyoruz.
Psikoterapi; kişinin kendi iç
dünyasına yapmış olduğu bir yolculuktur aslında. Bir şekilde bu yolculukta
psikolog ile beraber ilerler kişi ve hiçbir zaman psikolog onun önüne geçerek
ona yol gösterici olmaz. Bu süreçte sanki feneri tutan kişi psikolog da o
karanlığın içindeki objeyi görmeye çalışan kişi hastadır diyebiliriz. Burada
önemli olan şey kişinin kendini ve çevresini keşfederek, neyi neden yaptığını
anlamlandırarak aslında farkındalığını arttırmaya çalışıyoruz. Bir diğer yandan
geçmişte yaşamış olduğu olayların yeniden üzerinden geçirilmesi yeniden daha sağlıklı
bir süzgeçten geçirilmesi kişinin aslıda geçmişi ile barışması anlamına da
geliyor. Psikoterapinin böyle bir avantajı da var. Kişi farkındalıkları
arttıkça iç görü kazandıkça bir diğer yandan da şu anı daha keyifli yaşar hale
geliyor, daha sağlıklı kararlar verebiliyor. Özet olarak eğer kendimizi çok
yorgun ve çökkün hissediyorsak öncelikle fiziksel muayeneden geçmek önemli, kan
değerlerimize baktırmak, başka hekimlerin görüşlerini almak, daha sonra
fiziksel anlamda ciddi bir durumun ortada olmadığını öğrendikten sonra bir
psikiyatriste ya da bir psikoloğa başvurması çok önemli kişilerin. Eğer bu
belirtiler kişinin gündelik hayatını aksatıyorsa, sahip olduğu sorumluluklarını
yerine getirmesine engel oluyorsa, iş hayatını, ev yaşantısını aksatıyorsa
mutlaka bir uzmandan destek alması gerekmektedir. Uzman Klinik Psikolog Sabiha IŞIK
sabihaisik@outlook.com
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Yazarın diğer yazıları
Antisosyal Kişilik Bozukluğu
- 28/06/2022
Sosyopati ya da psikopati olarak da adlandırılan antisosyal kişilik bozukluğu genel anlamda diğer kişilerin haklarına karşı umursamazlık ve ihlal halidir. Çocukluk veya ilk ergenlik çağında başlayıp yetişkinlik çağında da devam eder. Hilekarlık ve
Terk Edilme ve Ayrılık Korkusu
- 24/06/2022
Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin’ e benzer aşıkların reddedilme ve terkedilme öyküleri mitolojde yoğun bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bütün hayatını sevgiliye adayan erkek ve kadın mitleri ile doludur masallar ve efsaneler. Analitik psikolojinin
Göç’ün Psikolojisi ve Sosyolojisi
- 21/06/2022
Uluslararası göç; bir ülkeden bir ülkeye belirli bir süre yaşamak için taşınmak olarak adlandırabiliriz. Göç konusunu sebeplerine göre ayıracak olursak eğer;
1) ekonomik göç yani iş için göç edenler: Eskiden Avrupa mavi yakalı göçmen ararken
Bağlanma türleri ve insan ilişkilerine etkisi
- 17/06/2022
Bağlanma; çocukların küçük yaşta anne veya bakım veren diğer kişi ile kurduğu bağdır. Bebekler küçük yaşlarda bakım veren kişinin ya da annenin her zaman ihtiyaçlarına cevap verebileceğini, güvenli olarak bir psikolojik yapı geliştirdiklerinde onlar
Çocuklarda davranış bozuklukları ve çalma davranışı
- 14/06/2022
Çocuklarda davranış bozuklukları ve çalma davranışı
Bir davranışı problem olarak değerlendirmenin belli objektif ölçüleri vardır. Davranışın değerlendirilmesi sırasında
Kardeşler arası yaş farkı ne kadar olmalıdır?
- 07/06/2022
En sık sorulan sorulardan biri ne zaman ikinci çocuğu yapmalıyım? Kardeşler arası yaş farkı ideali kaç olmalıdır? Bu yazımda bunlara detaylıca değineceğim.
Yaş farkına karar verirken değerlendirilecek konular; anne baba, anne baba ilişkisi, çocuğu
Çocuklarda konuşma geriliği, konuşma gecikmesi
- 03/06/2022
Konuşma bir öğrenme ve iletişim biçimidir. Bebekler etrafındaki olayları gözlemleyerek, cisimlerin isimlerini duyarak zamanla konuşmaya başlarlar. Çocuk beyni ilk üç yaş içerisinde öğrenme ve taklit etmeye çok açıktır. Çok kolay öğrenir ve taklit e
Çocuklara “Hayır”ı Öğretmek, Çocuklara Hayır Diyebilmek
- 31/05/2022
Ne zaman çocuklara “hayır” diyoruz? Ne zaman “dur” diyoruz? Acaba bu hayır’lar bizim hayır’larımız mı yoksa olması gereken hayır’lar mı? Çocukların cezalandırılmaları ile ilgili süreçlerde bazen hayır diyerek, ses tonumuzu da arttırarak yapmaması g
İstediğini ağlayarak yaptırmaya çalışan çocuğa nasıl davranmalıyız? Ödül ve pekiştireç yöntemi nası
- 24/05/2022
Bebek doğduğu andan itibaren ağlamaya başlar. Konuşamadığı için acıktığında, bir yeri ağrıdığında, tuvaleti geldiğinde, herhangi bir rahatsızlık durumu yaşadığında kendini başka türlü ifade edemeyeceği için ağlar. Ağladığında anne gider ve bir sorun
Devamı